5 Şubat 2012 Pazar

Necaşi, Hz. Cafer ve Amr b. As Arasındaki Konuşma

Kâinatın Efendisi emir buyurdular:
- Çektiğimiz çile büyük. Dileyenler Habeşistan'a gitsin...
Kimisi tek başına, kimisi de çoluk çocuğunu yanına alarak gitti. On bir erkek ve dört kadın yola çıktılar...
Gidenlerin üstüne Osman bin Maz'un reis seçilmişti...
Zehra anlatıyor:
- Reisleri yoktu. Öylece gittiler. Denize varıncaya kadar yaya yürüdüler. Denizi bulunca yarım altına bir gemi tuttular ve Habeş kıyılarına çıktılar...
Hicret yolcuları arasında Mekke'den ilk yola çıkan hayâ ve edep incisi Hazret-i Osman(r.a.) da vardı... Zevcesi peygamber kızı Rukiye'yi de beraberine almıştı. Bir müddet, insanoğlunun ufkuna haberleri gelmedi. Sonradan bir kadın gelip haber verdi:
- Ey Allah'ın Resulü! Osman'ı gördüm, hatununu bir merkebe bindirmiş gidiyordu.
Allah'ın Resulü buyurdular:
- Lut peygamberden sonra zevcesiyle ilk hicret eden Osman'dır!
Habeşistan'a ayak basan Müslümanlar orada çok iyi karşılandı. Habeş kralı onları Allah misafiri bildi ve kanatları altına aldı. Kureyş müşrikleri oraya da el atmak istedi. Peşlerinden hemen bir heyet gönderdiler.
Dağarcıklarında bir sürü hediye, Habeş kralının huzuruna çıktılar ve dediler:
- Hediyelerimizi buyur ve bize Müslümanları teslim et! Ey hükümdar! Bunlar, bizim bazı aklı ermez gençlerimizden olup milletlerinin dininden ayrıldılar ve senin dinine de girmediler. Bizim de senin de bilmediğimiz yepyeni bir dinle ortaya çıktılar.
Hazret'i Cafer söz istedi:
- Müsaade var mı?
Amr bin As atıldı:
- Ben konuşayım!
Fakat kral kabul etmedi. Hazret-i Cafer'e:
- Ey Cafer, dedi; önce sen konuş!
- Benim üç sözüm var!
- Ne imiş onlar?
- Ey hükümdar! Sor şu adama; biz tutulup efendilerimize iade edilecek köleleri miyiz?
Necaşi sordu:
- Ey Amr! Onlar köle midirler?
- Hayır, onlar şerefli ve hürdürler.
Hazret-i Cafer yine söz aldı:
- Sor şu adama: Biz haksız yere birinin kanını mı döktük ki, kanı dökenlere iade edileceğiz?
Necaşi sordu:
- Bunlar haksız yere birinin kanını mı döktüler?
Amr cevap verdi:
- Hayır, bir damla bile kan dökmediler!
........
- Sor şu adama; halkın mallarından haksız yere aldığımız, üzerimizde ödemekle mükellef bulunduğumuz mallar mı vardır?
Sordular:
- Ey Amr! Eğer şunların ödeyecekleri bir kantar altın borçları varsa, onu, ben ödeyeceğim...
- Hayır, bir kırat bile yok!
- O halde, siz bunlardan ne istiyorsunuz?
- Onlar ve biz bir dinde, bir işte idik. Onlar, bunları bıraktı Muhammed'e ve dinine uydular.
 Necaşi bu defa Hazret-i Cafer'e sordu:
- Siz sahip bulunduğunuz şeyi ne diye bıraktınız da başkasına uydunuz?
Amr:
- Onlar, şimdi senin ülkene gelip sığınmış, yamanmış bulunuyorlar.Biz onların geri çevrilmeleri için, babaları, amcaları ve kabilelerinin uluları tarafından sana gönderildik.
Onları, kendilerinden olanlar, elbette başkalarından daha iyi bilir, kusurlarını da başkalarından daha iyi görürler ve azarlarlar...
Bu, ipe sapa gelmez sözler Habeş kralını son derece sinirlendirdi.
Hükümet adamla da aynı görüşü ileri sürdüler... Kral büsbütün kızdı ve öfkeyle haykırdı:
- Hayır, vallahi, çaresiz kalmış, çevreme konmuş, ülkeme sığınmış, beni başkalarına tercih etmiş kimseleri, bunlara teslim edemem! Ancak, onları çağırır, şunların onlara dair söyledikleri şeyleri sorarım... Gerçekten iş bunların dedikleri gibiyse mesele yok, onları kendilerine teslim eder, kavimlerine geri çeviririm. Fakat iş bunun tersi olursa, kendilerini kanatlarım altına alır, en güzel şekilde görür gözetirim...
Müslümanlar kralın huzurunda.
Selam verdiler, secde etmediler...
Necaşi'nin adamları Hazret-i Cafer'e sordu:
- Sen niçin hükümdara secde etmedin?
Hz.Cafer cevap verdi:
- Biz ancak Allah 'a secde ederiz!
- Niçin?
- Allah bize Resulünü gönderdi. O da Allah'tan başkasına secde etmemeyi bize emretti...
Müşriklerin sözcüsü atıldı:
- Biz bunların halini sana bildirmedik miydi?
Necaşi, peygamber sahabelerine hitap etti:
- Ey ülkeme sığınmış topluluk! Bana bildiriniz: Siz ülkeme niçin geldiniz? Haliniz nedir? Tüccar değilsiniz, bir isteğiniz de yok. O halde bunun sebebi hikmeti nedir? Peygamberinizin hali nedir?
Hz. Cafer cevap verdi:
- Ey hükümdar! Biz cahil bir millettik. Putlara tapardık. Leşleri yerdik. Her kötülüğü işlerdik. Akrabalarımızla münasebetlerimizi keserdik. Komşularımıza kötülük yapardık. Kuvvetli olanlarımız zayıf olanlarımızı yerdi! Yüce Allah, bize kendimizden; soyunu, sopunu, doğruluğunu, emniyetini, iffet ve nezahetini bilip duyduğumuz bir peygamber gönderinceye kadar, biz bu durumda ve bu tutumda idik... O nebiyi ahir zaman; bizi Allah'a, Allah'ın birliğine inanmaya, O'na ibadete, bizim ve atalarımızın Allah! tan başka tapına geldiğimiz taşları ve putları kırmaya davet etti. Doğru sözlü olmayı, emanetleri yerine getirmeyi, akrabalık haklarını gözetmeyi, komşularla güzel geçinmeyi, günahlardan ve kan dökmekten sakınmayı bize emretti. Her türlü ahlaksızlıklardan, yalan söylemekten, yetimlerin malını yemekten, namuslu kadınlara dil uzatmaktan ve iftira etmekten bizi men etti... Hiçbir şeyi eş, ortak koşmaksızın bir Allah'a ibadet etmeyi, namaz kılmayı, zekât vermeyi, oruç tutmayı bize emretti... Biz de o peygamberi tasdik ve ona iman ettik. Onun, Allah'tan getirip tebliğ eylediği şeylere tabi olduk. Hiçbir şeyi eş, ortak koşmaksızın bir Allah'a ibadet ettik. Onun bize haram kıldığını haram, helal kıldığını da helal olarak kabul eyledik... İşte bu yüzden kavmimiz bize düşman kesildi. İşte bu sebepten kanlı ellerini gırtlağımıza takıp bize zulmetti. Bizi, dinimizden döndürmek, Allah'a ibadetten alıkoymak, putlara taptırmak için türlü işkencelere ve mihnetlere uğrattılar. Bizi, sırf İslam ile hayat bulduğumuz için perişan ettiler. Bize eski kötülüklerimizi yaptırmak için çırpındılar... Bizi mukaddes dinimizden, sevgili nebimizden ayırmak emeliyle yanıp tutuştular... Biz de senin yurduna, senin ülkene can attık ve sana sığındık. Seni başkalarına tercih ettik. Senin himayene, komşuluğuna güvendik. Senin yanında zulme, haksızlığa uğramayacağımızı ümit ediyoruz! Selam verme işine gelince: Biz seni, Allah Resulünün selamı ile selamladık ki, birbirimizi de öyle selamlarız. Cennete gireceklerinin selamlarının da böyle olduğunu Allah'ın Resulü bize haber verdiler. Bunun için biz de seni öyle selamladık... Sana secde etmek hususuna gelince: Biz, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan başkasına secde etmekten Allah'a sığınırız!
Habeş kralının gözleri hayret ve dehşetle açılmıştı. Hazret-i Cafer'in sözleri gönlüne damla damla inmişti. Gönlünde bir şeylerin kıpırdadığını hissediyordu...
Tatlı ve sıcak bir sesle Hazret-i Cafer'e sordu:
- Ey Cafer! Senin yanında, Allah'tan gelmiş bir şey var mı?
- Evet!..
- Onu bana oku!
- Pekala!..
Hz. Cafer, Euzü Besmele çekip yanık ve içli sesiyle Meryem suresini okumaya başladı:
Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad.(Bu), kulu Zekeriya'ya Rabbinin rahmetini anıştır. O, Rabbine gizlice niyaz ettiği zaman demişti ki: "Ey Rabbim, hakikat ben... Benim kemiğim yıprandı. Başımın saçı tutuştu. Ey Rabbim, ben Sana ne dua etmem ( neticesinde) etmişsem bedbaht (ve mahrum) olmadım." ( Meryem Suresi /1-4 )
Habeş kralı Necaşi'nin gözleri yaşlarla doldu. Sakalına doğru inci taneleri gibi yaşlar akıyordu. Rahipler de için için ağlıyorlardı... Gözlerinden dökülen yaşlar kitaplarını ıslatmıştı...
İmanın billurlaşmış nurdan abidesi Hazret-i Cafer de coşkun sesiyle Allah'ın yüce kelamını tatlı tatlı okuyup duruyordu...
Nihayet Necaşi dayanamayıp haykırdı:
- Ey Cafer! Bu tatlı ve güzel kelamdan çokça oku!..
Peygamber elinden ölümsüzlük iksiri içen yüce sahabe bu defa da "Kehf" suresini okumaya başladı...
Kur'an nağmeleri billuri bir ırmak gibi çağlıyor ve Necaşi'yi mest ediyordu... Necaşi, kendinden geçti, canı ululuklara erdi ve en taşkın cezbe haliyle seslendi:
- Vallahi, bu, aynı kandilden fışkıran bir nurdur ki, Musa'da İsa da onunla gelmiştir...
Ve Kureyş müşriklerinin elçilerine dönüp haykırdı:
- Gidiniz, geldiğiniz yere gidiniz! Vallahi, ben, ne onları size teslim ederim; ne de onlara bir kötülük düşünürüm!..
Küfür elçileri boyunları bükük ayrıldılar... Yüzlerinde mağlubiyetin ıstırabı çizgi çizgiydi...
Fakat kin ve hasetleri büsbütün şiddetlenmişti. Amr şöyle dedi:
- Vallahi, yarın onların bir kabahatini Necaşi'nin yanında ortaya döküp köklerini kazıyacağım...
Meryem oğlu İsa'yı bir kul telakki ettiklerini Necaşi'ye ihbar edeceğim.
Ve gerçekten dediğini de yaptı... ertesi gün Necaşi'nin huzuruna çıktı:
- Ey hükümdar, dedi; onlar, Meryem oğlu İsa'ya ağır bir söz söylüyorlar.Onlara adam gönderip İsa için ne söylediklerini sor!..
Necaşi Hazreti İsa (a.s) hakkında Müslümanların fikirlerini öğrenmek için peygamber sahabelerini huzuruna davet etti.
Sahabeler birbirleriyle istişare ettiler:
- Meryem oğlu İsa hakkında size sorarlarsa ne diyeceksiniz?
- Hz. İsa hakkında Allah'ın dediğini, Resulünün bize getirdiğini söyleriz. Bu yolda ne olacaksa olur!
- Pekala, öyle olsun!..
Ve huzuruna çıkarıldılar.
Kral sordu:
- Siz Meryem oğlu İsa hakkında ne diyorsunuz?
İrfan denizine gark din büyüğü Hz.Cafer (r.a) şöyle dedi:
- Biz, Hazret-i İsa hakkında Peygamberimizin bize Allah'tan getirip tebliğ eylediğini söyleriz: "Meryem'in oğlu Mesih İsa, Allah'ın peygamberi, Meryem'e ulaştırıp bıraktığı kelimesidir.(vasıtasız yaratığıdır) ve ondan bir ruh olmaktan başka bir şey değildir."( Nisa Suresi /171)
Habeş hükümdarı Necaşi sevinçle elini yere uzatıp yerden bir saman çöpü aldı ve şevkle sesini yükseltti:
- Vallahi Meryem oğlu İsa da zaten, sizin söylediğinizden fazla bir şey değildir. Arada bir çöp kadar bile fark yoktur...
Necaşi'nin etrafındaki hükümet erkânı hayret ve dehşetle birbirlerine bakıyorlardı...
Necaşi bir anda iman devletine erdi ve onları payladı:
- Susunuz, susunuz!
Sonra Müslümanlara döndü ve gönlünün bütün samimiyetiyle haykırdı:
- Ey mutlu kişiler! Sizi ve yanından geldiğiniz zat'ı tebrik ederim! Ben şehadet ederim ki: O, Allah'ın Resulüdür. Zaten biz, O'nu, İncil'de bulmuştuk. O Resulü, Meryem oğlu İsa da müjdelemişti. Vallahi, eğer O ülkemde olsaydı, gider O'nun mübarek ayakkabılarını taşır, ayaklarını yıkardım!
Gidiniz! Ülkemin el sürülmemiş kısmında her tecavüzden korunmuş, emniyet ve huzura kavuşmuş olarak yaşayınız!
Size kötülük eden helak olur!
Size kötülük eden helak olur!
Size kötülük eden helak olur!
Ben, sizden herhangi bir adamı üzüntüye uğratıp da bir dağ altına malik olmayı arzu etmem!..
Gönlüne ilahi ışıkları dolduran Necaşi'nin şöyle dediği de rivayet edilir:
- Keşke şu sultanlara bedel Muhammed-i Arabî Aleyhissalatü vesselamın hizmetkârı olsaydım. O hizmetkârlık, saltanatın pek fevkindedir.( Mektubat, B.Said Nursi).
Saadetin böylesi...
Allah'ın akıl ermez bir sırrıdır bu ki, Kureyş kâfirleri gözleriyle gördükleri halde Allah'ın Resulünü inkâr ederken, evet böyleyken O'nun cemalini bir kerecik bile olsun göremeyen Necaşi birden O'na teslim oluyor ve en taşkın bir aşk ve vecd içinde mübarek ayakkabılarını taşımakla şeref duyacağını haykırıyor...
Necaşi, Kureyş elçilerinin hediyelerini yüzlerine bir paçavra gibi vurdu:
- Benim bunlara ihtiyacım yoktur! Rüşvet de kabul edemem...
Müslümanlar orada huzur ve sükûn içinde bir müddet yaşadılar. Yüce Allah'a istedikleri gibi ibadet ettiler, istedikleri gibi Allah'ın kelamını okudular... Ve gönüllerine sağnak sağnak Hak rahmeti indi.

            HABEŞİSTAN'A İLK HİCRET ANA SAYFA                   


    Hiç yorum yok:

    Yorum Gönder

    muzafferbadem@hotmail.com