Mücadele ruhu ve Allah yolunda cihad, İmam Humeyni’nin ailesi, yaşantısı, inancı, sosyal ve siyasal yaşantısının köklerinde bulunan bir gerçekti. İmam Humeyni mücadeleye gençlik döneminde hatta çocukluk dönemlerinin son zamanlarında başladı. İmam’ın bu mücadelesi, psikolojik ve ilmi alandaki mücadeleleriyle çok kapsamlı bir şekil aldı. Çünkü bir taraftan İran’ın siyasi ve sosyal durumu, diğer yandan İslam dünyasındaki gelişmeler İmam Humeyni’yi mücadelenin tam içine itti. Hicri-şemsi 1340 (miladi 1961) ve 1341 (miladi 1962) yıllarında İl ve İlçe Encümenleri meselesi, ona İslam alimlerinin mücadelesinin rehberliğini üstlenmesi konusunda önemli bir fırsat oluşturdu.
15 Hordad 1342 (4 Haziran 1963) tarihinde İslam alimleri ve İran halkının diktatör Şah rejimi aleyhindeki kıyamı iki açıdan önemlidir. Bu iki özellik ise İmam Humeyni’nin bütün İran halkını içeren rehberliği ile ilk kez gösterilerde İslami sloganların yüksek perdeden yankılanmasıydı. Elbette bu sloganlar, daha sonra bütün dünya tarafından da kabul edilecek olan İmam Humeyni rehberliğindeki İran İslam İnkılabı’nın, zaferle sonuçlanmasına vesile olacaktı. İmam Humeyni İslami mücadele ve dünyadaki siyasi gelişmelerle ilgili olarak yaptığı bir konuşmada, 1.Dünya Savaşı sırasında 12 yaşında olduğunu hatırlatarak şöyle demekteydi:
“Ben her iki Dünya Savaşı’nı da hatırlıyorum…Küçüktüm ve okula gidiyordum. Humeyn şehri sokaklarında Sovyetler Birliği askerlerini görüyordum.”
İmam Humeyni o dönemlerde zorba ve diktatör rejime bağlı bazı aşiret ve güçlerin isimlerini de anarak bu kesimlerin halkın namusu ve malına tecavüz ettiklerini hatırlatmakta ve şöyle demektedir:
“Ben çocuklukta savaştaydım… Zillet altındaydık, Recebaliler aşiretinin saldırısına uğradık ve bizim tüfeklerimiz vardı ve ben o dönemlerde büluğ çağına yeni girmiştim. Çocuktum. Saldırılardan korunmak için siperler oluşturmuştuk. Sürekli olarak siperlere gidip nöbet tutuyorduk. 22 Şubat 1920’de ingilizlerin himayesiyle Rıza Han’ın yaptığı darbe, Kacar döneminin sona ermesiyle sonuçlandı ve bu durum halka her türlü kötülükte bulunan ve zulmeden bazı aşiret liderlerinin kanunsuz girişimlerini sınırlı da olsa önledi. Ama bunun karşılığında yeni diktatörlükteki bir aile grubu (Şah ve ailesi) mazlum İran halkının geleceğini gaspetti. Kısaca Şahlık rejimi geçmiş rejimin yerini aldı. İran halkı için aslında değişen pek bir şey olmadı.”
İşte böyle bir ortamda, yani bir taraftan meşrutiyet sonrası döneminin yönetimi ve ingilizlerin girişimleri, diğer taraftan Batı’nın düşmanlığı gibi bir durumla karşı karşıya kalan İslam alimleri, İslam dinini ve kendi konumlarını savunmanın çabasına düştüler. Bu doğrultuda Ayetullah’il Uzma Hac Şeyh Abdulkerim Hairi, dönemin Kum ulemasının daveti üzerine Erak kentinden Kum kentine göçtü. Öte yandan İslami ilimlerin çeşitli dallarını Erak ve Humeyn’de başarılı bir şekilde tamamlayan Ayetullah Humeyni de, Kum’a göçtü. Böylece Kum’da İslami ilimler medreseleri ve İslam alimleri’nin konumu pekiştirilmiş oldu.
Elbette pek fazla zaman geçmeden İmam Humeyni irfan, felsefe, usul-ü fıkıh dallarında diğer hocaların arasında seçkin bir konuma yükseldi. Ayetullah’il Uzma Hairi’nin rıhletinden sonra 30 Ocak 1926’da Kum Dini İlimler Merkezi, yokolma gibi bir tehditle karşı karşıyaydı. Ulema bu tehdit karşısında bir çare peşindeydi. Ardından 8 yıl boyunca Kum İslami İlimler Merkezi, Ayetullah’il Uzma Seyyid Muhammed Huccet, Seyyid Sadreddin Sadr ve Seyyid Muhammed Taki Hansari gibi müctehidlerce yönetildi. Dönemin tanınmış müctehidlerinden Ayetullah Burucerdi, merhum Ayetullah Hairi’nin yerine İslami İlimler Merkezi’nin başına geçecek uygun bir şahsiyetti. Bu yöndeki teklif Ayetullah Hairi’nin talebeleri ve özellikle de İmam Humeyni tarafından gündeme getirildi. İmam Humeyni Ayetullah Burucerdi’yi Kum’a davet ederken İslami İlimler Merkezi’nin başına geçmesi gibi önemli bir görevi üstlenmesi için büyük çaba gösterdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
muzafferbadem@hotmail.com